10 Temmuz 2011 Pazar

birgül teras' ta muhteşem cumartesi...

bu blogda gittim, gördüm, yedim, içtim blogu haline geldi ama napiyim, hayatımız böyle işte:)

bu cumartesi uzun malikanesi terasında yeme içme halindeydik. bu davetin mevzu bahis olduğu hafta ben ve kankeytom birgül azıcık gergin ve limoniydik. sebebini sormayın vallahi ben de bilmiyorum, öyle saçma sapan şeylerden gerilip patladık işte. belki de zaman zaman olmalı böyle şeyler arkadaşlıklarda... daha sıkı bağlar için arada bir esnetmek lazım düğümleri öyle değil mi??? neyse işte, ben bu davete katılmayacağımı sert bir üslupla birgül sultana arz etmiştim, o da bana sert bir üslupla cevap vermişti, bak gülüyorum yazarken şu an. fakat feyza' nın beni iteleyip kaktırması ile ben, poyraz ve de feyzuş düştük yollara. bir de birgül' e barışma hediyesi olarak aldığım gümüş yüzük.

seyrantepe' ye vardığımızda birgül' ün arkadaşı serap çoktan gelmişti ve terasta muazzam bir sofra bizi, demir şekerinin artık kullanmadığı aquarium swing i ise poyraz efendi' yi bekliyordu. ben sofraya oturmadan bir fırsat bularak hediyemi verdim kankeytoma. işte biz bu yüzden iyi dostuz, o da meğerse gitmiş bana küpe almış!!! evet evet salağız biz:)





neyse efendim, esra ve çiğdem' in geç geleceği anlaşılınca biz oturduk sofraya, evin sahiplerinin soyadı gibi uzuuuuuun ve keyifli bir kahvaltı oldu. çıtırım ayşegül' üm kahvelerimizi yaptı, feyza ve esra' nın doğumgünleri kutlandı. bu arada ben ve poyraz da ayşegül ve birgül' den hediyeler aldık... amaaaa keyif burda bitmedi, akşama doğru feyza çiğköfte yaptı, mangallar yakıldı, yener de geldi, süper bir akşam sofrası kuruldu.

birgül ve ayşegül bizi muhteşem ağırladılar. ama biz de muhteşem yedik... önümüzdeki yaz uzun malikanesi' nde bir başka yaza merhaba partisinde görüşmek dileği ile der, son sözü resimlere bırakırım:)











5 Temmuz 2011 Salı

eyüp sultan' da poyraz...

içimde bir sıkıntı vardı. tutmaz tutmaz bir anda maneviyatım tutar benim. eee tuttu işte. gitmemiz gerekiyordu Eyüp Sultan' a. ben hamileyken halam, Tanoş' un askerden Şırnak' tan sağsalim dönüşü için yakın dostlarını götürmüştü, orda görevli bir kadın çok ilgilenmişti benimle, bebeğin cinsiyetini tahmin etmişti ve tutturdu da,     '' oğlun olacak senin, Yunus suresini oku ki yakışıklı ve akıllı bir oğlun olsun '' demişti. daha belli olmamıştı cinsiyeti bebişin ama ben de o kadıncağızla aynı şeyi hissediyordum ve oğlum olacağından neredeyse emindim. neyse işte o zaman halamla dedik ki, bebiş doğduğunda da gelip yine şeker dağıtalım.

biraz geç kalmış olsak da 5 temmuz salı günü, poyraz ve ben önce halama gittik. halam, ben ve minişimiz taksiye bindik ve üsküdar iskelesine geldik. poyraz anakucağında ayacıklarını sallıyordu mutluluktan, zaten evde olma da nerde olursan ol onun için yeterli. vapura bindik, bu yeni vapurlar süper, kocaman camları var ve püfür püfür çalışan klimaları. poyraz camdan baktıkça delirdi, delirdikçe cama yapıştı.

vapur yolculuğundan sonra kalabalığın içinden yürüye yürüye vardık Eyüp Sultan Türbesi' ne. bu yaz inanılmaz derecede çok olan arap turistlerden elbette burda da çoktu, ayrıca bu türbenin olmazsa olmazları bir sürü gelin - damat ve sünnet çocuğu. kalabalıktan inanılmaz keyif alan Poyraz kahkahalar ve gülücükler savurdu durdu etrafa. türbe restorasyonda olduğu için içeri giremedik, sadece avluda oturduk. sonra da çıkarken adak şekerlerimizi tuttuk Poyraz' la... bir grup izci çocuk etrafımızı sardı, Poyraz ın neşesi görmeye değerdi. resmen büyük - çocuk ayırıyor benim kuzum ve çocukları çok ama çok seviyor.

işin manevi kısmı bitince eğlence kısmı başladı, teleferiğe bindik ve pierre loti tepesine çıktık, orası nedense bana ayrı bir huzur veriyor hoş bu sefer kalabalıktan huzur almaya pek imkan yoktu ama olsun, o tepede içilen çayın tadı ayrı nedense...

daha sonra yine teleferik, yine vapur ve ev... zaten yorgunluktan, görsel ve işitsel renklilikten bitap düşmüş poyraz efendi vapurda bir uyudu, eve gelip kapıyı açana kadar da uyanmadı.






belki de o da rahatlamıştır benim gibi, manevi anlamda yani...

1 Temmuz 2011 Cuma

ahhhhh anne acısını çeken bilir...

bu kez peri kızımın annesi esra' lardayız. leyla dündar' ın, esra' mı doğuran kadının senei devriyesi bu sefer. esra da annesini annemle aynı illetten, multiple myeloma dan yani kemik iliği kanserinden kaybetmiş. bunu tesadüfen keşfettik biz, arabada konuşuyorduk birgün ve annelerimizden açılmıştı söz. ölümlerinden, geçmeyen dinmeyen acımızdan... o gün öğrendik aynı berbat hastalıkmış annelerimizi bizden koparan. ama o benden daha şanslı, annesi en azından beyaz gelinliği ile görmüş onu, peri şekerini kucağına almış. benim annemin benimle ilgili hayalleri hep içimde kaldı, eminim orada bir yerde o da böyle düşünüyor. göremedi beni gelinliğimle, aşkımı yener can' ımı tanıyamadı, beraber sigara içemedi şöyle keyifle damadıyla. hamileyken kocaman karnımı okşayamadı, bebeğime yelekler, hırkalar öremedi. ve göremedi poyraz' ımı... ben ağlarken poyraz' ın doğuşu ile o silemedi gözyaşlarımı. esra' yı kıskanıyorum bu yönden ve ikimiz bir araya gelince annesi olan kadınları kıskanıyoruz, şaka gibi değil mi? otuzlu yaşlarda iki kadınız ve anneyiz ama dolduramıyoruz içimizdeki boşluğu işte.

neyse Allah kabul ederse Leyla Annenin ve Şenel' imin ruhuna Yasin okuduk üç kişi, esra, kardeşi derya ve ben. şu anda da bunu yazarken volkan konak cerrahpaşa yı dinliyorum;

DOKTORLAR DA NE BİLİR CİĞERİN ACISINI...
CERRAHPAŞAYA KOYDUM CANIMIN YARISINI...